Kurumlarda Genç Jenerasyonu Kabullenmek - Selmin Gök

Kurumlarda Genç Jenerasyonu Kabullenmek


Kurumlarda Genç Jenerasyonu Kabullenmek

 

Kurumlarda Genç Jenerasyonu Kabullenmek; Kurumsal yaşamda; eğitim ve kültür seviyesi yüksek, genelde minimum ön lisans mezunu, okuyan, gelir seviyesi belirli bir standartta olan bir yönetim kadrosu bulunuyor. Bu yöneticilere soruyorum:

Çalışanların arasında ayrımcılık yapar mısın?
Kendini, onlardan yukarıda görür müsün?

“Hayır” diyorlar.

Veya…

Farklı olanlara anlayış ve hoşgörüyle yaklaşır mısın?

Gençlerin çeşitliliklerine kabulün yüksek midir?
Görev değiştirdiğin zaman, yerine geçen gençlere bilmesi gerekenleri aktarır mısın?

“Evet” diyorlar.

Peki genç jenerasyonla ilgili şu cümlelere bir bakalım mı?

“Bize yapıldı mı ki biz yapalım?”

“Bizim zamanımızda yöneticimize böyle konularla gidilmezdi.”

“Biz hep mesaiyle çalıştık, bir gün de karşılık beklemedik.”

“Kimse bize hafta sonu gel demeden, şirkete geldik.”

“Yok yok bu gençlik adam olmaz.”

“Ya ne kadar rahat bir kuşak bunlar ya, gözüme baka baka diyor ki…”

“Tabii ne olacak, eğitim sistemi ne ki!”

“Ne kadar kolaycı bu yeni nesil, hop armut piş ağzıma düş.”

Örnekleri artırabiliriz. Bu söylemlerin yeri olmadığını veya bunları dedirtecek olaylar yaşamadığımızı söylemek, bizi gerçeklikten uzaklaştırır. Ben de zaman zaman iş yaşamında birlikte çalıştığım çok genç arkadaşları anlamakta, kabulde zorlandığımı görüyorum. Örneğin ben, sevmediğim yöneticilerin de talep ve isteklerini yerine getirmeye çalışırdım, sevdiklerimin de. Ancak özellikle 25-35 yaş bandındaki çalışanlarda görüyorum ki kendini, performans sonuçlarını veya primini olumsuz etkilese bile yöneticisini sevmediğinde işi yapmamayı tercih edebiliyor. Bunu kabul etmem ve anlayabilmem bir hayli zamanımı aldı.

Şunu da biliyoruz ki kabul etmediğimiz bir durumu veya kişiyi değiştiremeyiz, geliştiremeyiz. 80’ler 90’ları anlamıyor, 90’lar 2000 ve sonrası doğan gençleri anlamıyor veya bahane buluyor.

Kuşakları anlamadan, döneminin onlara getirdiklerini kabul etmeden, onları nasıl geliştireceğiz veya onlardan da öğreneceklerimizin de olabileceği ihtimalini nasıl düşünebileceğiz?

Biz x kuşağı olarak bazı zorlukları yaşayarak büyüdük, sınıf geçmek önemli bir konuydu, artık bu eğitim sisteminde sınıfta kalma sorunu yok. Belirli bir seneye kadar sınav bile yok. Şu anın genç jenerasyon çalışanları, eve gelince hazır sofralara oturdular veya ailelerinin parasıyla dışardan yemek sipariş ederek büyüdüler. Biz yemek yoksa ya aç kaldık, ya da yumurta kırmayı öğrendik. Genç jenerasyonun mücadelelerini ve taleplerini genelde anne-babaları üstlendi. Bir gün resim yapamıyorum ve ağlıyorum, babam annemin yardımcı olmasını engelledi, eğer yapamıyorsam ödevimi yapmadan okula gidebileceğimi söyledi. Resmi çizebildiğim haliyle çizdim ve okula öyle gittim. Biz okula servisle değil, yürüyerek veya toplu taşımayla gittik. Bu kadar çeşitlilik ve zenginlikle büyümedik. Bisikleti veya Barbie bebeği kolay elde etmedik, onlara sahip olamadık. Başarı veya mutluluğa sahip olmanın emek ve çaba gerektirdiğini yaşayarak öğrendik. E ne yapalım şimdi, acımızı gençlerden mi çıkaralım, bu zorlukların faturasını onlara mı yükleyelim?

Hem bizim marazlarımız olmadı mı? Biz soru soramadık, öğretmenlerimize itiraz edemedik, ebeveynlerimize “hayır” demekte zorlandığımız gibi yöneticilerimize de diyemedik, büyüklerimizi sorgulayamadığımız gibi yöneticilerimizi de sorgulayamadık. Sorguladığımızda başımıza gelebileceklerden korktuk. Otoriteyle ilişkimiz daha çok “korku” temelinde oldu.

Pratik ve kolay çözümler üretmeye odaklanmadık. Oysa bu dönemin iş yaşamındaki gençleri öyle büyümediler; itiraz ettiler veya kabul etmiş gibi yapıp kendi bildiklerini okuyarak büyüdüler. Kendi talep ve ihtiyaçlarına daha duyarlı olarak büyüdüler, kendi memnuniyetlerini ön plana aldılar. Kendilerini ortaya koymaktan korkmadıkları için, bugün toplantılarda daha çok söz alabiliyorlar, çok yorulmak istemedikleri için daha az çaba gerektiren, işe yarayan çözümler buluyorlar, bu zihin yapısıyla pratik ve yaratıcı yöntemler arayışına girebiliyorlar. Bu yanlarından ilham alabileceğimizi ve onlardan öğreneceğimiz çok şeyin olduğu düşünüyorum.

İş yaşamında yöneticisi olarak çalışana sorumluluk aldırmakta zorlanmanızın, işi sahiplenmeden çalıştığını gördüğünüzde üzülmenizin, emek ve çaba gerektiren durumlarda gönüllü olmadıklarında hayal kırıklığına uğramanızın -haklı veya haksız yargısına girmeden- çok doğal bir durum olduğunu söylemeye çalışıyorum.

Peki genç jenerasyonu yönetirken ne yapalım?

  • İşin anlamını ve görevinin anlamını bulduralım. “Burada olmamızın sebebi ne?” ve “Senin bu sebepteki payın, katkın ne olabilir?” sorularının cevaplarını birlikte arayalım, netleştirelim. Bu şekilde hedefleri de sahiplenebileceğini düşünüyorum.
  • Emrivaki ve üstten konuşmayalım. Dinleyelim, bakış açısını yakalamaya çalışalım.
  • Hiyerarşik bir dil kullanmadan veya otorite figürü olarak değil daha abla, abi (baba ve anne değil) ve işin üstadı yaklaşımını sergileyerek, mütevazılıkla yönetelim.
  • Kıdemimizi ve yaşımızı bir üstünlük göstergesi olarak gözüne sokmayalım.
  • Fikrini alalım ve bir fikrini hayata geçirelim. Onu dışarıda bırakmayalım.
  • Anlayış ve kavrayışımızı yüksek tutarak kabulümüzü geliştirelim.
  • Yavaş yavaş sorumluluk ve görev paylaşımında bulunalım.
  • İyi yaptığı noktaları yok saymayalım, takdir edelim.
  • Gelişimine emek verelim, vakit ayıralım ve sabredelim. “Olmadı bu…” diyerek çalışanı işten çıkarmayı, ilk çözüm olarak devreye almayalım.

Selmin Gök
Kurucu – Danışman – İş Yaşamı Koçu

Kurumlarda Genç Jenerasyonu Kabullenmek Yazımız Dışında Makalemizi Okumak İçin; Makaleler – Selmin Gök (selmingok.com)

Paylaş :