Liderlikte Sezginin Gücünü Keşfetmek
Liderlik ve iş hayatı ile ilgili konuşulurken mantık, rasyonel gerçeklik, strateji, aksiyon gibi herkesin aşina olduğu analitik dünyaya ait kelimeler duyarız. Sezgi ve liderliğin ya da sezgi ve koçluğun yan yana kullanıldığı kaç diyalog içerisinde bulundunuz ya da kaç konuşma dinlediniz? Tahmin ediyorum ki oldukça az.
Çünkü sezgi, doğaüstü bir güç olarak algılanıyor ve spiritüel, felsefi ya da dini anlamlarla ilişkilendiriliyor. Sezgi kavramı, anlaşılması daha zor olduğundan iş dünyasında ya görmezden geliniyor ya da önemi küçümseniyor. Bilimin de uzun süre sezgiyi reddetmiş olması bu durumu daha da pekiştiriyor. Ancak son zamanlardaki sinir bilimi araştırmaları, sezgisel zekânın gücünü kanıtlayan birçok veri ortaya koyuyor. Bu araştırmalar, sezginin mistik bir güç olmadığını, fakat somut bir temele sahip olduğunu gösteriyor.
Sezginin sesi, bir iç ses olarak duyulur. Bize ihtiyacımız olan bilgiyi sakin ve nazikçe fısıldar. Bu nedenle ya diğer seslerin şiddetinin çokluğundan ötürü bu fısıltıyı duymayız ya da hayatın hızlı akışı içinde duymazdan geliriz. Bir şeyler yolunda gitmediğinde, başka bir şey dikkatimizi istediğinde, bir arayış içerisinde olduğumuzda bize yön veren bu içsel gücün insanın en önemli potansiyel güçlerinden biri olduğuna inanıyorum. Hak ettiği değeri görememiş bir içsel güç… Bu yazıyı sezgiye hak ettiği değeri vermek ve liderlerin de iş dünyasında bu gücü kullanabilmelerini teşvik etmek için yazıyorum.
Liderlerin sezgilerini kullanmalarının önünde birçok engel var. En yaygın olanlarına birlikte bakalım istiyorum:
- Hızlı karar alma ve harekete geçme isteğimiz; sezgilerimizi göz ardı etmemize neden olabilir.
- Kendimizi değil başkalarını memnun etmeyi önceliklendirmek; sezgilerimizi susturabilir.
- Küçük bir ihtimal de olsa olumlu, memnun edici olasılıklara önem atfetmek; sezgisel yargılarımızı saptırabilir.
- Sezgiyle gelen karanlık veya zor kararlar karşısında geri çekilmek; sezgilerimizin rehberliğini reddetmemize yol açabilir.
- “Mantıklı olmam lazım” inancı, sezgilerimizi ihmal etmemize sebep olabilir.
- İşkolik veya sürekli meşguliyet içinde olmak; sezgilerimizle bağ kurmamızı engeller.
- Sürekli düşüncelerle meşgul olmak, iç sesimizi duymamıza engel olur.
Liderler de tüm insanlar gibi “Bu seçim iyi değil” ya da “Bu seçim daha iyi” diyen sesi derinlerde duysa da çoğu kez makul olma inancına tutsak olmaktan kendini alıkoyamaz.
Steve Jobs sezginin zekâdan daha güçlü bir şey olduğunu, bunun işine çok fazla katkı sağladığını belirtmiştir. 2005 yılında gerçekleştirdiği ünlü Stanford konuşmasında “Kalbinizi ve sezgilerinizi takip etme cesaretine sahip olun. Bir şekilde gerçekte ne olmak istediğinizi zaten biliyorlar. Geriye kalan her şey ikinci plandadır” demiştir.
Şimdi Einstein’in sezginin toplumdaki yeriyle ilgili şu sözüne kulak verelim: “Sezgisel akıl kutsal bir armağandır ve rasyonel akıl sadık bir hizmetkârdır. Hizmetkârı onurlandıran ve hediyeyi unutan bir toplum yarattık”. Sizce de çok anlamlı değil mi?
Oprah Winfrey bir yazısında sezginin kendi hayatındaki yerini şöyle tarif etmiştir: “Hayatım boyunca sezgilerin dingin, küçük sesine güvendim. Hata yaptığım tek zaman dinlemediğim zamandır.”
Sezgisel zekâsını etkili kullanan lider;
- Analitik zihnin gözden kaçırabileceği değerli içgörüler elde eder ve kısa yolları kullanır,
- Potansiyel riskleri hızlıca görür ve sezer,
- Çalışanlarına anlayış gösterir, empatik yaklaşır,
- Yaratıcıdır,
- Anlık karar verilmesi gereken durumlarda daha doğru kararlar verir,
- Mantıklı kararlar verir,
- İnsanlardaki potansiyeli keşfeder ve takımını etkili insanlarla kurar, takımda bir sorun olup olmadığını görür.
Elbette bir lider, rasyonel zekâsını veya mantığını az kullansın demiyorum. Burada esas vurgulamak istediğim; liderin sezgiyi ve aklı dengeli bir şekilde kullanmasının çok önemli olduğu gerçeği.
Verilerin doğrulunu test etmesi, iç ses olarak gelen bilginin kaynağına gidip, orada gerçekten bir tepki ya da korku olmadığından emin olması, diğer insanların fikrini alması her zaman kendi başına ilerlememesi, liderin dengeye gelmesinin anahtarlarıdır.
Sezgisel gücün ve önsezilerin deneyim ve deneysel bilgi arttıkça daha çok kullanıldığını anlatan çok sayıda yayın okudum. Sezgileriyle karar veren birçok iyi doktorun, sayısız hasta görmesi sonucu şüphe duyarak erken teşhis ve tedavi uyguladığını anlattığı başarı hikâyeleri kulağımdadır. Bu hikâyeler, deneyimin sezgiye dönüşmüş halidir.